Çocuklarım olduktan sonra içime bir ateş düşmüştü. Çocuklarımı istediğim gibi yetiştirebilecek miydim? Onlara Allah ve peygamber sevgisi aşılayabilecek miydim? Bulunduğumuz ortam çok farklı insanlarla, farklı yaşamlarla doluydu. Çocuklarım etrafımdaki insanların hayatlarından etkilenebilir, farklı düşüncelere sahip bireyler olabilirlerdi. Bu tedirginlikle sorumun cevabını araştırmaya başladım
Apartman kapısını açıp ileri doğru adım atmıştı ki bir gürültü ile irkildi. Merdivenlerden hızlı hızlı inen iki kişinin sesi giriş katındaki koridora yaklaştıkça, yerine mıh gibi çakıldığını fark etti. Ne ileriye gidebiliyor ne geriye dönebiliyordu. Karşılaşacağı manzara ile ilgili zihninden geçenlerin ürpertisiyle iyice hareket edemez hâle geldi.
Yaşamak bir güzelin sevgisiyle yaşamak. Sevgisiz yaşamak ne yaşamak. Sevilmek değil sevmek esas. Seven başkalaşım geçirip sevdiğine dönüşüyor. Sevdiğim gibiyim deyip kendisini de beğenmeye başlıyor. Hem sev hem sevil, başak ne ister ki insan. Sevmenin her türlüsü insana enerji dolu bir dirilik katsa da gerçek insan sevgisi hem içte hem dışta gerçek barışa götürüyor. Bana sevdiğinden anlat
Tam Şevket beyin bahçesinden çıkıp, inşaat alanına geçecekken o da ne, karşımıza bir kapı çıktı. Normalde bir adam boyu duvarla bahçemizi güvende tutuyorken, Şevket bey komşu kapısıyla yürekleri güvende tutmanın sırrını yakalamış bile. Yıllar öncesi dedelerimizin yaşattığı değerleri hasretle aramaya gerek yok, bugün de yaşayabilen fedakâr yürekler var.
Günlük yaşamın olağan seyrinde hep bir şeylerle meşgulüz. İş, okul, ev, aile hakkında sorumluluklar, sorunlar, planlar zihnimizde döner durur. Bir de bu seyir içinde isteklerimiz vardır. En basitinden “Bir çay olsa da içsek…” deriz. “Şuraya gitsek ne güzel olur.” diye düşünürüz. Peki biz tüm bu planları yaparken, isteklerimizi sıralarken asıl canın isteklerine ne kadar önem veriyoruz?
Meslek hayatımın hemen hemen başlarıydı. Doğudan İç Anadolu’ya yenice gelmiştim. Haydar diye bir öğrencinin yüzü daha dün gibi aklımda. Yaşıtlarına göre daha bakımsız, bir o kadar da hareketli bir çocuktu. Ama nedense içim kaynamıştı. O kömür karası gözleri, kaşları bana doğudaki öğrencilerimi hatırlatıyordu. İçimdeki bir ses onunla daha fazla ilgilenmem gerektiğini söylüyordu.
Attığım küçük adımlarla bile fark ediyorum ki kendimi saydıkça ve insana yakışacak bir hâl ile yaşadıkça özgürleşiyorum. Küçük şeytan başkalarını beğendirmez, büyük şeytan ise özümü beğendirmezmiş bana. Öğrendim ya bunu şimdi, hemen “Kendimi beğenmemek yasak!” diye ders alıyorum kendime.
Daha önce büyüdüğünü düşündüğüm ama büyümediğini fark ettiğim o kişiliğimle bir daha yüz yüze geldim. Her şeye karşı fikirlerim, bakış açım bir kez daha değişti. Açılan kafam ve değişen fikirlerimle hayata daha farklı ve güzel tarafından bakma gayretlerim de fazlasıyla artmış oldu.
Neyin yoksa özenip de o olduğun, bin defa da düşsen yine ayağa kaldırıldığın, çabaladığın ama yapamadığın, yeter ki kıymet bildiğin, oradan da dosta özendiğin… Gadirbilmek, gadirbilmek yeter ki gadir kıymet bilmek, az gitmek uz gitmek, dere tepe düz gitmek ama yine de gadir kıymet bilmek.
“Eğitim güzel şeydi. “Kendine değer ver” parolasının, davranışlarına yansıyarak giyim-kuşamıyla kabukta başlattığı değişim, düşüncesine, duygusuna da yansımaya başlamıştı. İç dünyasında, fark edilip davranışa-duyguya dönüşmeyi bekleyen daha nice güzellikleri olduğunu seziyordu. Bunları da yine diğerleri gibi kendisi keşfedip ortaya çıkaracak, davranışa dönüştürecekti. Başkaları için değil de kendisi için kendisine yakışanı yaptığından duyduğu huzuru yaşarken yine aynı fısıltı, kulağına bu defa; “Değer vermen gereken en yakının, sen olmayasın Osman Bey.” diyordu sanki.
“Ben başkaları için bir şey yapmıyorum. Ne yapıyorsam, kendime yapıyorum. Komşumun en ufak bir güzelliğini görüp takdirimi ona sunmam, kendisiyle aramdaki muhabbeti artırdığı gibi, aynı alaka ve takdiri katlayarak bana döndürdü. Yaptığım bir güzellik, başka bir güzelliği çağırıyor sanki yaşayışıma.”
Çocuklarımı yetiştirirken bazı şeyler dikkatimi çekmeye başlamıştı. Mesela hiç öğretmediğim sözler ağızlarından çıkabiliyordu. Evde marka konusu hiç konuşulmadığı hâlde, oyuncaklarının markasının ne olduğunu sorabiliyorlardı veyahut dinimizle ilgili çok enteresan bilgilerle yanıma gelebiliyorlardı. Bu duruma çok şaşırmıştım. Bunları, nereden duyuyorlar?
Sade ve beğenimli yaşamak ne büyük bahtiyarlık. Büyük akıllı insanlar bize ne büyük bir anahtar vermişler. İlgimizle büyütüp ilgisizliğimizle yok ediyoruz. Parolamız, “çirkini unut, güzeli yaşat.”
İnsan için hayattaki en önemli gayenin kendisini tanıması ve insan değerine göre yaşaması olduğunu düşünüyorum, çünkü hayattaki en yüce değerin insan olduğu apaçık ortadadır.
“Farkında mısın?” diye seslendi yanında duran arkadaşı Cemil’e Ahmet. Saatlerdir tek kelime etmeden aynı odayı paylaşıyorlar; biri elindeki kâğıda bir şeyler karalıyor, diğeri ise amaçsızca pencereden dışarıya bakıyordu.