İnsanlığın ekmeğe-suya ihtiyacı olduğu kadar candan sevmeye ve sevilmeye ihtiyacı olduğunu biliyoruz da neden bununla ilgili bir eğitime ihtiyaç duymuyoruz? Bu konuda neden her insana ciddi bir eğitim vermiyoruz?
Yıkıcı taraf ve menfi olaylar elbette ki tabii olarak var olmaya devam edecektir. Lakin biliyoruz ki devamlı bunların üzerinde durmak, sohbetlerde konusunu etmek olumsuzlukları bertaraf etmediği gibi kendi maneviyat yolculuğumuzda da hiç bir anlamlı katkı sağlamıyor.
Dalgalar birbirine çarparken aynı şeyleri söylüyorlardı sanki. “Haydi bakalım başla!” Uzun zamandır kendimle yüzleşmekten kaçtığımın sıkıntısını anlamış olmalılar ki beni rahatlatmak istercesine aynı ritimde çarpıp aynı sesleri çıkarıyorlardı. Başla...
Bundan yirmi yıl evvel, bir Cuma akşamı dokuz yaşlarında bir çocuk kapıdan içeri girmişti. Yanakları tombiş tombiş, sevimli, bir o kadar da yeni bir ortama girdiği için tedirgindi. Kendisini tanıttıktan sonra uygun bir yere oturarak sohbetimizi dinlemeye başlamıştı. Nereden bilebilirdik ki aslında bugünden sonra yıllarca beraber olacağımızı…
Bugüne kadar neyi yapamadığımı o an anladım, ben kendimi başkalarına kabul ettirmek için uğraşıyormuşum. Ben kendimi onaylamadıkça kimin onayı yeterli olabilir ki…
Yaşlanma tüm canlılarda var olan biyolojik ve fizyolojik bir süreçtir. Gelişen tıp ve yaşam koşullarındaki iyileşme ile birlikte ortalama insan ömrü uzamakta ve tüm dünyada 65 yaş üzeri insanların sayısı da giderek artmaktadır.
Aradan birkaç gün geçti. Yine okuldayken telefonum çaldı. Benimle tartışan velim arıyordu. Sakin bir ses tonuyla telefonu açtım. “Hocam size karşı çok mahcubum, yaptıklarımdan çok utanıyorum ve sizi evime yemeğe davet etmek istiyorum. Lütfen gelir misiniz?” dedi. Şaşkındım...
Bir ikindi vakti siftah yapan esnafın yüzündeki sıcacık gülümseme en büyük kazancıydı o gün. Randevusuna yetişmek için attığı adımın rahatlığına sebep olan o kula dua ederek ilerledi yolda.
Sonsuz, diyoruz hayatın sınırlarına ama sabit değil değişen bir sonsuzluk var. Yürüdükçe içine doğru daha bir ötelere taşınıp gidiyor. Zaman sonsuz, mekan sonsuz, aklımız sonsuz, düşüncemiz sonsuz, keşfimiz sonsuz, güvenimiz sonsuz, sevgimiz sonsuz…
Bu zamana kadar olumsuz düşünceler ve zanlar, hareket etmemizi ve gücümüzü kısıtladı. Eğitimcimiz ve eğitimimiz ile kesin kararın gücü, hayatı ince ince bizlere dokutturuyor. Sabahın seherinde canlılık başlıyor. Müslüman nasıl yaşar?
Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamıyorum. Baş döndürücü bir hızla hayat akıp giderken, biz de sürekli hayatımıza anlam katacak bir şeyler yapmanın derdindeyiz.
Yaşatmak denilince ne anlıyoruz? “İyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük, cömertlik, misafirperverlik, affedicilik, hoşgörü gibi değerleri çok seviyorum, çok istiyorum.” demek bunları yaşamak ve yaşatmak için yeterli değil.
Fikrimize göre insanlar yapıcı ve yıkıcı taraf olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Yapıcı taraf, hayatını güven üzerine bina edip ahlaki değerleri temel alırken yıkıcı taraf ise bu değerleri yok etmek üzere hayat çizgisine yön vermiştir.