Geçen ayki eğitim planımızda insan tanımanın en büyük ölçüsü olarak amacı işlemiştik. Kendinizi veya bir başkasını net tanıyabilmenizin yolu hayattaki yaşayış amacını belirlemenizden geçiyor demiştik.
Bu ayla birlikte kendimizle yüzleşiyor, gördüklerimiz karşısında moral bozmak yerine daha çok gayrete ve gelişme hızına düşüyoruz. Kendinden bihaber hayal ve zan dünyasında gerçeklerden uzak yaşamayı hangimiz isteriz ki?
Eleştiriye tekrar bir eleştiri yanıtıyla cevap veren zihniyet, “Sen de hiç görmüyorsun zaten anne, ne zaman sana yaranabildim ki!” dediği anda kendi gelişimine direk balta vuruyor.
Her ay yaptığımız aylık eğitim planlarıyla kendimizden kendimize yaptığımız yolculuğun ayrı bir heyecanını duymaktayız. Tek derdimiz var, o da insanı açığa çıkarmak.
Ömrüne anlam katacak yüreğini doldurmuş bir hedefi olmayan insan, kendini rüzgârın akışına bırakmış yapraklar gibi savrulur gider. Yani başkalarının ayakları altında ezilmeye mahkumdur.
Bir insana ilk muhatap olduğunuzda görünen siluetinin ardından ağzından çıkan sözler dikkatinizi çeker. “Kişinin sıfatı dilinin altındadır.” diye bir atalar sözü vardır. Önce ağızdan çıkanlar sonra eyleme geçenlerdir bizi tanıtacak olanlar.
İNSAN, kavun karpuz değil ki koklayasın, çilek-domates değil ki renginden anlayasın. Öyle bir varlık ki, hiçbir canlının yapamayacağı vahşete de sahip, isterse kendi dışında hiçbir canlının ulaşamayacağı yetkiye de sahip.
Samimice eğilelim kendimize. Her birimiz en az birkaç yıllık geçmişi olan insanlarız. Kendi tespit ve tecrübelerimizle, kazandığımız maddi-manevi pek çok kârların farkındalığıyla buralardayız. Kimse kârını görmediği yere uğramaz bil
DİN; insanı yaradılışınca yaşatan ilahi kanunlar bütünüdür. Yaradılış esaslarını bize sunar ki diğer yaratılmışlarla farkımızı ortaya koyup eşya, bitki, hayvan değil, insanca yaşayabilelim. Gerçek dindar deyince kafa yapısını özüne uyduran insan akla gelir.
Müslüman, elinden ve dilinden emin olunandır.” der, Peygamberimiz. Alışında verişinde sağlam, sözünde sohbetinde dengeli, ağzından bir söz çıktı mı canı pahasına önem veren, yalana, hileye bütün yolları kapamış, olduğu gibi görünen, dürüst, samimi insanları gerçek Müslüman diye adlandırırız. Hatta bazen “Müslüman insandır, yapmaz dedim, aldandım.” diye sitemde bulunurken ölçüsüzlüğümüzün kurbanı olduğumuzun farkına bile varmayız.
Başkalarına yaranmak, kendini o konuda yeterli göstermeye çalışmak samimiyetin tam tersi olan yüzdenliğin ve ikiyüzlülüğün ifadesidir. Giriş yazımızda samimiyetin tanımını yaparken bahsettiğimiz gibi ne ki olmalı, yapılmalı, doğru olan bu diyoruz, hepsini de biz yapıyoruz. Yanlış, yapılmaması gerekir dediklerimizi de biz yapmıyoruz. İşte o zaman kendimize samimiyetten nasipdarız diyebiliriz.
İyi insan beğenimli konuşmasından belli olur. Sağlam insan gayret verici olur. Ayıp arayan, kusurları araştıran, sürekli şikâyet eden insan, kendisi kusurludur, kendisindeki eksi ve kusurları başkalarına yansıtarak tatmin olduğunu zanneden bir zavallıdır.
Başaran insanların hepsi de yapacaklarına şüphesiz inanarak başlayanlardır. Yıllarca millet olarak hepimize “Biz yapamayız.” afyonu yutturulmuş. Ölü toprağını üzerinden serpip en güzel şekilde yaparız diyenler, en güzel başarıya ulaşmıştır. Biz ki olmaz denilmesine rağmen gemileri karada yürüten Fatih’in torunlarıyız.
Kendimize şöyle bir dönelim. Kim bilir kaç yıldır bu çalışmaların içerisindeyiz. Kendimizle baş başa kaldığımızda ne için buralardasın,derdin nedir diye sorduğumuzda, kendimizden tatmin edici cevaplar alabiliyor muyuz?